30 Ağustos Zafer Bayramı için Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ e şükranlarımızı ve minnettarlığımızı sunduğumuz bu güzel, güneşli ve masmavi havada Cancan ve Safaichkov ile yollara düşüyorduk.
Planımıza göre öncelikle Buldan Yenicekent
te kazılarına başlanan bir antik kenti ziyaretle başlıyoruz. Hierapolis ve
Leodikea dan daha büyük olduğu ve kazılarının 200 yıl sürebileceği söylenen Tripolis Antik Kenti, geçmişle
ilgili bilgiyi yapılan kazılarla ağır ağır bizlerle paylaşmaya başladı. Meraklısı
için http://tripoliskazisi.com den girip bakabilirsiniz.
Kazı alanına vardığımızda ilk
önce sıcak hava altında içi kıpkırmızı olmuş incirler ve incir ağaçları bizleri
karşılıyordu. Biraz nefsimizi besledikten sonra Tripolisin Agora kapısından
içeriye girer girmez kendimi taş kemerlerin arasında buldum. Bir anda boyut
değiştirmiş gibi Zeyna, Herkül dizilerinin yemek yenen, alışveriş yapılan
alanlarında geziyor gibi hissediyordum.
Şu ana kadar Agora’nın
kemerlerinin üç tanesi ortaya çıkarılmış. Biz fotoğraflarını çekmek için makinelerimizi
hazırlarken kazı ekibinin içinden bir arkadaşımız, kazı yapılan alanlarda değil
ancak diğer açılardan fotoğraf çekebileceğimizi güzel ve kibar bir dille ifade
ettikten sonra, size Tripolis’i anlatmamı ister misiniz? Demez mi?
Bize agorayı, hamamları, yerleşim
yerlerini, tiyatro bölgesini anlatan arkadaşımızın Arkeolog olduğunu ve aynı
bölümde Doktora öğrencisi olduğunu öğreniyorduk. Bize bilgileri verdikten sonra
yanımızdan kazı alanına geçiyordu, biz de kaldığımız yerden fotoğraflar çekmeye
devam ediyorduk. Havanın sıcak olması sıkıntılı bir durum olsa da, biz çekimleri yapıp, kazı ekibiyle vedalaşıp rotamızı Buldan
merkeze çeviriyorduk.
Buldan da amacımız Buldan bezleri, el işleri, eski Buldan evleri… Evler yenilenmiş eski evleri bulmak zor…
Çarşı güzel sıra-sıra dükkanlar, vitrinler süslü, dükkanlar serin… Birkaç Buldan evi bulup önlerinde fotoğraflar çekip ufak hediyelikler alıp yürüyüş yaparken bir yol levhası görüp bakakalıyoruz. Yayla Gölü… Tamam, biz Buldanlı değildik ancak hiç mi tanıdık yoktu Buldanlı, ya da hiç mi tanıtılmayacak bu yerler Denizlinin yerel kanalları tarafından…
Hemen etrafa bakınırken bir
amcaya soruyorum, yayla gölü ne kadarlık bir mesafede? Yolu nasıl? Gidelim mi? Amcam özetliyor… Eğer Yayla gölüne gitmezseniz, yayla
gölünü görmezseniz Buldan'a geldik demeyin gençler. Gidin görün sonra bana hak
vereceksiniz. Hemen ekip toplanıyor ve yayla gölüne tırmanışa geçiyoruz
yaklaşık on beş dakika çam ağaçlarının arasından yol aldıktan sonra yeşil,
mavi, çiçeklerin içinde yayla gölü selamlıyor bizi. Biliyor ki Tripolis’te
yanmışız, yaylanın Ağustos ayında serin mi serin havasını estiriyor üzerimize.
Kazlar geliyor konuklarını selamlıyor. Ama biz az tedirginiz, şehir çocuğu kazın kaşı gözü ne der bilmez,
yengeç misali uzaklaşıyoruz bir gözümüz de onlarda.
Öğreniyoruz ki yayla gölünün
mevsimi Mayıs-Temmuz arasıymış, daha yeşil. Ve geceleriymiş, daha serin.
İki restoran var hazırlıksız gelenler için, ızgara, içecek ve günün çorbası ikramını yapıyorlar.Bizim yolumuz uzun ama ben çok keyif aldım gitmek istemiyorum, serin arkadaş 25 derece… Şehirden 35,5 derece sıcaklık vardı ayrıldığımızda. Yayla gölü aklımın bir ucunda ve gönlümde yer yaparken biz dönüşe geçiyoruz, uğurlar olsun bize, istikamet Babadağ…
İki restoran var hazırlıksız gelenler için, ızgara, içecek ve günün çorbası ikramını yapıyorlar.Bizim yolumuz uzun ama ben çok keyif aldım gitmek istemiyorum, serin arkadaş 25 derece… Şehirden 35,5 derece sıcaklık vardı ayrıldığımızda. Yayla gölü aklımın bir ucunda ve gönlümde yer yaparken biz dönüşe geçiyoruz, uğurlar olsun bize, istikamet Babadağ…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yazım kontrolü yapıldıktan sonra yorumunuz sitede yayınlanacaktır.