14 Nisan 2014 Pazartesi

Yayla Gölü...

30 Ağustos Zafer Bayramı için Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ e şükranlarımızı ve minnettarlığımızı sunduğumuz bu güzel, güneşli ve masmavi havada Cancan ve Safaichkov ile yollara düşüyorduk.

Planımıza göre öncelikle Buldan Yenicekent te kazılarına başlanan bir antik kenti ziyaretle başlıyoruz. Hierapolis ve Leodikea dan daha büyük olduğu ve kazılarının 200 yıl sürebileceği söylenen Tripolis Antik Kenti, geçmişle ilgili bilgiyi yapılan kazılarla ağır ağır bizlerle paylaşmaya başladı. Meraklısı için http://tripoliskazisi.com den girip bakabilirsiniz.
Kazı alanına vardığımızda ilk önce sıcak hava altında içi kıpkırmızı olmuş incirler ve incir ağaçları bizleri karşılıyordu. Biraz nefsimizi besledikten sonra Tripolisin Agora kapısından içeriye girer girmez kendimi taş kemerlerin arasında buldum. Bir anda boyut değiştirmiş gibi Zeyna, Herkül dizilerinin yemek yenen, alışveriş yapılan alanlarında geziyor gibi hissediyordum.

Şu ana kadar Agora’nın kemerlerinin üç tanesi ortaya çıkarılmış. Biz fotoğraflarını çekmek için makinelerimizi hazırlarken kazı ekibinin içinden bir arkadaşımız, kazı yapılan alanlarda değil ancak diğer açılardan fotoğraf çekebileceğimizi güzel ve kibar bir dille ifade ettikten sonra, size Tripolis’i anlatmamı ister misiniz? Demez mi?
Bize agorayı, hamamları, yerleşim yerlerini, tiyatro bölgesini anlatan arkadaşımızın Arkeolog olduğunu ve aynı bölümde Doktora öğrencisi olduğunu öğreniyorduk. Bize bilgileri verdikten sonra yanımızdan kazı alanına geçiyordu, biz de kaldığımız yerden fotoğraflar çekmeye devam ediyorduk. Havanın sıcak olması sıkıntılı bir durum olsa da, biz çekimleri yapıp, kazı ekibiyle vedalaşıp rotamızı Buldan merkeze çeviriyorduk.
Buldan da amacımız Buldan bezleri, el işleri, eski Buldan evleri… 
Evler yenilenmiş eski evleri bulmak zor…
Çarşı güzel sıra-sıra dükkanlar, vitrinler süslü, dükkanlar serin… Birkaç Buldan evi bulup önlerinde fotoğraflar çekip ufak hediyelikler alıp yürüyüş yaparken bir yol levhası görüp bakakalıyoruz. Yayla Gölü… Tamam, biz Buldanlı değildik ancak hiç mi tanıdık yoktu Buldanlı, ya da hiç mi tanıtılmayacak bu yerler Denizlinin yerel kanalları tarafından…
Hemen etrafa bakınırken bir amcaya soruyorum, yayla gölü ne kadarlık bir mesafede?  Yolu nasıl? Gidelim mi? Amcam özetliyor… Eğer Yayla gölüne gitmezseniz, yayla gölünü görmezseniz Buldan'a geldik demeyin gençler. Gidin görün sonra bana hak vereceksiniz. Hemen ekip toplanıyor ve yayla gölüne tırmanışa geçiyoruz yaklaşık on beş dakika çam ağaçlarının arasından yol aldıktan sonra yeşil, mavi, çiçeklerin içinde yayla gölü selamlıyor bizi. Biliyor ki Tripolis’te yanmışız, yaylanın Ağustos ayında serin mi serin havasını estiriyor üzerimize.

Kazlar geliyor konuklarını selamlıyor. Ama biz az tedirginiz, şehir çocuğu kazın kaşı gözü ne der bilmez, yengeç misali uzaklaşıyoruz bir gözümüz de onlarda.

Öğreniyoruz ki yayla gölünün mevsimi Mayıs-Temmuz arasıymış, daha yeşil. Ve geceleriymiş, daha serin.
İki restoran var hazırlıksız gelenler için, ızgara, içecek ve günün çorbası ikramını yapıyorlar.Bizim yolumuz uzun ama ben çok keyif aldım gitmek istemiyorum, serin arkadaş 25 derece… Şehirden 35,5 derece sıcaklık vardı ayrıldığımızda. Yayla gölü aklımın bir ucunda ve gönlümde yer yaparken biz dönüşe geçiyoruz, uğurlar olsun bize, istikamet Babadağ…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazım kontrolü yapıldıktan sonra yorumunuz sitede yayınlanacaktır.