21 Nisan 2014 Pazartesi

Yine, yeniden Babadağ !

Yayla Gölü' nde yayla havasıyla serinledikten sonra sıra Terzi Nuri'yi ziyaret ve Babadağ da heyelana maruz kalan mahallede fotoğraf çekme zamanı gelmişti. Buldan çarşısında yapılan küçük alışverişlerle taçlanan gezimize küçük bir mola verdikten sonra, rotamızı bol virajlı yeşillenmiş Babadağ'a çevirdik. 
"Terzi Nuri'nin muhabbetini özlediğim gerçeğini saymazsak, köyü, ilçesi olmayan biri olarak artık Babadağlı olmak istiyor olmam, yörenin, insanlarının güzelliğinin sebebiydi."
 Biz safaichkov ile pide siparişlerimizi çarşı meydanındaki pidecimize söyledikten sonra (pideci bile artık benim pidecim o derece Babadağlı hissdiyorum kendimi) Cancan' ı heyelanın yaşandığı ve boşaltılan bölgeye götürdük. Gündoğdu Mahallesini görmek durum için üzüntü verici ancak, bu anları fotoğraflayarak ölümsüz kılmakta bir o kadar keyif verici idi.

Mahalleyi Fotoğraflarken insanın aklından türlü türlü sorular, düşünceler geçmiyor değil. Örneğin;Buralarda oturan Babadağlılara yapılan yeni yerleşim alanlarını ben gördüm ve duruma çok üzüldüm. Çünkü başka bir mahalleye ya da Babadağ' ın başka bir bölgesine değil. Denizli de Karahasanlı olarak  adlandırılan ve Merkezefendi Semtine bağlı bir mahalleye TOKİ evleri yapılıp o insanların taş duvarlar arasında site tarzı yaşam alanlarına geçişleri yapılarak bir çözüm bulunmuş.

Merak eden dostlar için Babadağ merkeze geldiğinizde esnafa Gündoğdu Mahallesini sormanız yeterli olacaktır.
Mevsim Ağustos ve meyvelerden karpuzdu, incirdi... Yine topladık, yine yedik, yine muhabbet ettik. Salıncakta ritmiktik ve senkronize olmuştuk...
 Yorulmuştuk ve kurt gibi açtık artık sofra muhabbetine başlayacaktık. Tabi aradan iki koca ay geçmiş ve mis gibi yayla suyuyla demlenen çayın tadını özlemiştim. Bir de yanında o mis gibi kokan tadı damağımızda kalan pideleri de afiyetle akşam sohbeti öncesi tüketmiştik.

Soframıza misafir olan Eşek Arılarını saymazsak ki Terzi Nuri' nin arıları bertaraf ediş yöntemine hayran kaldık, keyifli ve bol muhabbetli bir  ziyaretti. Akşam oldu kandilleri yaktık, yayla havasını hissetmeye başlayınca minareden yükselen ezan sesiyle artık Terzi Nuri nin elini öpüp, helallik isteyip yola koyulma vakti gelmişti. Sarıldık, sözleştik, sırtımızı sıvazladı...

Sebebini bilmediğim bir durum ancak Babadağda ben  çok mutlu oluyorum, keyif alıyorum. Ömrüm yeter ve o günleri görecek olursam eğer, Babadağda bir yayla kenarında her türlü gürültüden uzak, sevdiklerimle, dostlarımla muhabbetleri kaynatacağımız sağlıklı, huzurlu bir sonbahar diliyorum...




14 Nisan 2014 Pazartesi

Yayla Gölü...

30 Ağustos Zafer Bayramı için Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ e şükranlarımızı ve minnettarlığımızı sunduğumuz bu güzel, güneşli ve masmavi havada Cancan ve Safaichkov ile yollara düşüyorduk.

Planımıza göre öncelikle Buldan Yenicekent te kazılarına başlanan bir antik kenti ziyaretle başlıyoruz. Hierapolis ve Leodikea dan daha büyük olduğu ve kazılarının 200 yıl sürebileceği söylenen Tripolis Antik Kenti, geçmişle ilgili bilgiyi yapılan kazılarla ağır ağır bizlerle paylaşmaya başladı. Meraklısı için http://tripoliskazisi.com den girip bakabilirsiniz.
Kazı alanına vardığımızda ilk önce sıcak hava altında içi kıpkırmızı olmuş incirler ve incir ağaçları bizleri karşılıyordu. Biraz nefsimizi besledikten sonra Tripolisin Agora kapısından içeriye girer girmez kendimi taş kemerlerin arasında buldum. Bir anda boyut değiştirmiş gibi Zeyna, Herkül dizilerinin yemek yenen, alışveriş yapılan alanlarında geziyor gibi hissediyordum.

Şu ana kadar Agora’nın kemerlerinin üç tanesi ortaya çıkarılmış. Biz fotoğraflarını çekmek için makinelerimizi hazırlarken kazı ekibinin içinden bir arkadaşımız, kazı yapılan alanlarda değil ancak diğer açılardan fotoğraf çekebileceğimizi güzel ve kibar bir dille ifade ettikten sonra, size Tripolis’i anlatmamı ister misiniz? Demez mi?
Bize agorayı, hamamları, yerleşim yerlerini, tiyatro bölgesini anlatan arkadaşımızın Arkeolog olduğunu ve aynı bölümde Doktora öğrencisi olduğunu öğreniyorduk. Bize bilgileri verdikten sonra yanımızdan kazı alanına geçiyordu, biz de kaldığımız yerden fotoğraflar çekmeye devam ediyorduk. Havanın sıcak olması sıkıntılı bir durum olsa da, biz çekimleri yapıp, kazı ekibiyle vedalaşıp rotamızı Buldan merkeze çeviriyorduk.
Buldan da amacımız Buldan bezleri, el işleri, eski Buldan evleri… 
Evler yenilenmiş eski evleri bulmak zor…
Çarşı güzel sıra-sıra dükkanlar, vitrinler süslü, dükkanlar serin… Birkaç Buldan evi bulup önlerinde fotoğraflar çekip ufak hediyelikler alıp yürüyüş yaparken bir yol levhası görüp bakakalıyoruz. Yayla Gölü… Tamam, biz Buldanlı değildik ancak hiç mi tanıdık yoktu Buldanlı, ya da hiç mi tanıtılmayacak bu yerler Denizlinin yerel kanalları tarafından…
Hemen etrafa bakınırken bir amcaya soruyorum, yayla gölü ne kadarlık bir mesafede?  Yolu nasıl? Gidelim mi? Amcam özetliyor… Eğer Yayla gölüne gitmezseniz, yayla gölünü görmezseniz Buldan'a geldik demeyin gençler. Gidin görün sonra bana hak vereceksiniz. Hemen ekip toplanıyor ve yayla gölüne tırmanışa geçiyoruz yaklaşık on beş dakika çam ağaçlarının arasından yol aldıktan sonra yeşil, mavi, çiçeklerin içinde yayla gölü selamlıyor bizi. Biliyor ki Tripolis’te yanmışız, yaylanın Ağustos ayında serin mi serin havasını estiriyor üzerimize.

Kazlar geliyor konuklarını selamlıyor. Ama biz az tedirginiz, şehir çocuğu kazın kaşı gözü ne der bilmez, yengeç misali uzaklaşıyoruz bir gözümüz de onlarda.

Öğreniyoruz ki yayla gölünün mevsimi Mayıs-Temmuz arasıymış, daha yeşil. Ve geceleriymiş, daha serin.
İki restoran var hazırlıksız gelenler için, ızgara, içecek ve günün çorbası ikramını yapıyorlar.Bizim yolumuz uzun ama ben çok keyif aldım gitmek istemiyorum, serin arkadaş 25 derece… Şehirden 35,5 derece sıcaklık vardı ayrıldığımızda. Yayla gölü aklımın bir ucunda ve gönlümde yer yaparken biz dönüşe geçiyoruz, uğurlar olsun bize, istikamet Babadağ…

30 Mart 2014 Pazar

Olympos Final...

Dolu dolu geçen iki günün ardından, kalan günün de dolu dolu geçmesi için planlamalar yapıldıktan sonra,
mis gibi çam ve limon ağaçlarının arasında taze olympos deepgreen kümes yumurtası eşliğinde kahvaltımızı yapıp, listenin ilk sırasındaki OLYMPOS Antik Kenti gezimize başladık.

Antik kentte yapılar, kemerler yıpranmasına rağmen(sanırım kültür bakanlığının har zamanki geç farkındalığı ve yine her zamanki gibi bizlerin haddinden fazla ilgisizliği, vurdumduymazlığı ve umursamazlığı) destek kolonlarıyla güçlendirilmiş ve biz ziyaretçilerine o tarihler hakkında bilgi vermek istercesine ayakta durmaya devam ediyorlardı.

M.Ö 80 yılında Zenniketes isimli korsan tarafından ele geçirilmiş kent, 78 yılında Romalılar tarafından alınmıştır... Devamı merak eden varsa Olympos'a bir zahmet.

Gezi sonrası hafif yağmur eşliğinde olympos sahilinde deniz faslından sonra tekrar deepgreen'in yolunu tutuyorduk. Tabi benim tercihim olan sahil Adrasan'ın yolunu tutmamız uzun sürmedi ve hemen  kumsalın, denizin ve güneşin tadını çıkarmaya başladık. 

Çarşaf gibi deniz, tertemiz ve sakin kumsalda biraz muhabbetten sonra deniz dibindeki deniz minareleri eşliğinde yaklaşık 1,5 saat deniz keyfinden sonra tekrar Torosların kenarından çamların arasından deepgreen e geri dönüp akşam yemeği hazırlıklarımıza başlıyorduk.

Final gecemiz olmasından dolayı amacımız bol muhabbet, ateş başı aktiviteleri ve tabiki ÖKÜZ'e eğlenmeye...

Schizophrenia'nın Yücel ile bar önü muhabbetinin artması ile biz de karışık ve birbirinden farklı tadları denemeye başladık. Ruslarla muhabbet ve yerel tadlarını kör olmadan tadıp içimizi ısıttıktan sonra ÖküzBAR'a geçtik.

Keyifle ve hayretle(hayrete düşmemin sebebi birlikte vakit geçirdiğimiz arkadaşımın tahmin edemeyeceğim bar performansı) geçen üç saatlik ''Bullbar'' muhabbetinden sonra Olympostaki deepgreen'in yolunu tutuyorduk.

Schizophrenia yı da bıraktığımız sandalyedeki muhabbetinden alarak bungalovlara geçiyorduk. Sabah kahvaltısından sonra yeni arkadaşlarla vedalaşıp, Denizli'ye, dönüş yoluna geçiyorduk...

Yayında ve yapımda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler... 



17 Mart 2014 Pazartesi

Olympos HatıЯası / Boat Trip

Nefes alan bir odada yatmak…
Çam kokuyor mis gibi, tahtanın orijinal kokusu da yeter o ayrı. Gözlerimi açmadan önce bir ses geliyor dışarıdan… Tavuk sesleri. :) evet aynen böyle güldüm kalkmadan önce, "gıt gıt gıdak"lama sesi duymak, belki yirmi üç belki yirmi dört yıl önce fazlası var eksiği yok, anneannemin evinde uyandığım gibi uyanmak…
Sabahın ilk saatleri olmasına karşı gram yorgunluk yok, uykumu almışım, ama az daha uyumalı ya da yatakta kalmalıyım çünkü tekne turuna çıkılacak. kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen hazırlanıyor ve arabaya atlayıp limana geçiyoruz. Pırıl pırıl bir sabah ve deniz bizi karşılıyor. Tekne turu için her şey müsait, hele 30 kişilik bir tur teknesinde tekne ekibi ile birlikte on bir kocaman ve bir bebek olduğumuzu görünce ayrı bir güzel oluyor. Bildiğiniz Tekneyi kapatmışız…Tekne nin adı Kumsal, Kaptanımız Erdal.(Ben pek memnun kaldım ekipten ve konukseverliklerinden, yanınızda mp3 çalar vs. varsa belki dinlenirken daha hoş olabilir, tarz bazen yorabiliyor:) ekibi tavsiye ediyorum)
DeepGreen’ in işletmecisi Yücel hemen soruyor, dolma var mı? Erdal Kaptanın eşi Şenay’ın Zeytinyağlı biber dolması meşhurmuş. Dolma yok bu defa ama balık yapacağım size diyor ve vira bismillah çıkıyoruz limandan. Erdal Kaptan ile birlikte iki kişi dalıp zıpkınla takılacaklar, biz de demirleyeceğimiz dört koyda kafamıza göre takılacağız. Bebek ise ilk koy öncesi uyuyor ve Erdal kaptanın tecrübesi, yemek masası ters çevrilir içine battaniye al sana beşik…(fotoğraflamayı çok isterdim ancak ozamanlar yokluk vardı :p )
Koylar gerçekten harika, Sazak Koyu, Korsan Koyu, Adrasan Feneri … Havanın da oldukça sıcak ve sakin olması tekne turunu ve molalardaki deniz keyfimizi daha da güzelleştirdi diyebilirim. Eşek arılarının öğle yemeğine eşlik etmek istemeleri dışında panik yaşadığım dakika yoktu.Dönüş yolunu da keyifle tamalayarak Adrasan’a demirliyor ve arabamıza binip yine çam ağaçlarının gölgesinde Otelimize geri dönüyoruz.
Hava hafif hafif kararmaya başlıyor ve akşam yemeğimizin servis edilmesiyle sabahki tavukların yerini güzel güzel kediler alıyor. Her masaya iyi akşamlar ve afiyet olsun ziyaretlerini tabi bizim masamıza da yapıyorlar.
Yemeklerimizi yedikten sonra çaylarımızı yudumlarken bardan gelen güzel müzikler, ateşin yakılmasıyla devam ediyor. Artık ateşin, muhabbetin ve alkolün tadı alınmalı diyor ve ateş başında keyif yapmaya başlıyoruz. Birer ikişer katılım artıyor ve tanışmalar, keyifli muhabbetlerle devam ediyor. Ateşten kopmalar bullbar(öküz) istikametine doğru oluyor ancak biz hem ateşi, hem muhabbeti özlemişiz, herkes ayrı kafadan, sohbetler farklı, dertler sıkıntılar farklı… Saat yine 03:00 uykumuz yok gibi ama ateşin de feri kalmamış, ilaveye de gerek yok en iyisi yatmak.

16 Mart 2014 Pazar

Olympos HatıЯası


İki yıllık yoğun iş temposunun ardından aldığım bir haftalık yıllık iznimi değerlendirmek üzere iki kıymetli dostumla birlikte Antalya | Olympos’a, konaklamak üzere benim ilk defa deneyeceğim ama schizophrenia’nın önceki dönemlerde de konakladığı ”DeepGreen” motel'e doğru hafta ortasında düştük yollara…
Denizli - Antalya karayolunda 09:30 da başlayan yolculuğumuzda  ilk varış noktamız Konyaaltı’nda kokoreçcihilmi oldu. Lezzeti yerinde, porsiyonu bol olan ancak benim tercihimin köz ateşinde kızarmış, kokusunun üzerinde olduğu ekmek arası kokoreçlerimizi yedikten sonra(ki ben çeyrek kısmını bitiremedim) Kemer-Kumluca-Olympos istikametinde çam ağaçlarıyla kaplı, bol oksijenli yolumuzu 13:45 de tamamlayarak Deep Green’e vardık. 
Portakal ağaçlarıyla kaplı çam ağaçlarıyla çevrili muhteşem bir doğada bizi Deep Green ‘in işletmecilerinden Yiğit karşıladı. eski ahbaplar sarıldıktan sonra bizde tanışıp hemen odalarımıza eşyalarımızı attıktan sonra tatilin her dakikasını kullanmak için aldığımız ortak karar ile hemen hazırlanıp Adrasan’a geçtik. Adrasan, muazzam bir deniz ve sahip olduğu plajı ile arkasında Torosların ufak bir bölümü olan yemyeşil dağların tam da dibinde muhteşem bir koy. 
Ters rüzgarla neredeyse çarşaf gibi olan pırıl pırıl bir deniz, berrak tertemiz bir su altı, bol güneş. Tatilin ilk günü tertemiz bir çevre ve tam da şezlongda kestirmeye çalışırken bir ses :
- Canavar geldi canavar… :) Haşlanmış mısır! plajda satış yapan Adrasanlı bir satıcının satış ve pazarlama taktiği. Taktik başarılı, pazarlama tamam da lezzet? ben tavsiye etmiyorum ancak katkımız olsun derseniz de afiyet olsun.


Güneşi dağın arkasına alıncaya kadar suyun, plajın ve doğanın keyfine varıp, tekrar konakladığımız otele döndük ve akşam meydan ateşi,
muhabbetler ve alkol tüketimi planı klasik bir migren vakası ile azıcık rötara uğruyor ve uzaktan eşlik ederek diğer işletmeci Yücel’in seçtiği, bardan gelen müzik ziyafeti ile saati 03:00 yaptığımızı görüp ilk gecenin perdelerini kapatıyoruz…

2 Mart 2014 Pazar

Babadağ da Yayla Havası

Ne zamandır, bugün yarın, bugün yarın diye diye ertelenen yol hikayelerimiz ve enstantaneler ile yine kaldık baş başa…
19 Mayıs sabahı, ULU ÖNDER Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Samsun’a çıkarak başlattığı kurtuluş mücadelesini tekrar anımsayarak başladığımız günün ilerleyen saatlerinde, arkadaşlarımla birlikte güneşi hafif arkamıza alarak yola koyulduk.
Keyifli, virajlı, bol oksijenli 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Kara Göbek Bağında Terzi Nuri’nin bağ evine vardık.




























Harika bir Babadağlı karşılaması ile kucaklaşdığımız bu yemyeşil, mis gibi oksijen kokan, 720 rakımlı yaylada, hemen Nuri dedemizin yönlendirmesi ile kendimizi erik ağacının dallarında bulduk.
























Tabiri yerinde olacaktır kütür kütür, sulu sulu erikleri yemek öncesi fazla abartmadan bir yiyerek bir
torbalara toplayarak vakit geçiriyorduk. Günün vermiş olduğu keyif ve havanında güzelliği ile önce bağda turladıktan sonra Babadağ’a gelip yaylaya çıkmadan olmazdı.
Yürüyerek başladığımız ve çam ağaçları, kestane ağaçları, selvi ve kavak ağaçlarının arasından uçurtmaların uçurulduğu, koyunların otladığı, Babadağlıların ve misafirlerin piknik yaptığı Başalan Yaylasına çıkmıştık.

Masmavi gökyüzü, yemyeşil yaylanın manzarası beni benden alıyor, muhabbetler, fotoğraflar ve ufka bakıp kendimize vakit ayırdığımız birkaç saatin ardından tekrar bağ evine dönüp oksijenle ve yürüyüşle acıkan karnımızı yaktığımız mangal ve keyifli sohbetlerle devam ettiriyorduk.

image


Grubun abisi olarak mangalcı başı rütbesi ile yaktığımız mangalda pişirdiğimiz etlerimizi afiyetle yedikten sonra, Terzi Nuri nin keyifli hikayeleri, muhabbetleri ile güneşi batırdıktan sonra, yayla suyu ile demlenen çaylarımızı yudumlayıp, bilen bilir, bilmeyen için dillendireyim mis gibi doğası ve serin gece havası ile yaylada azıcık daha vakit geçirip bize bu güzel vakitleri ve muhabbetleri paylaşan başta Terzi Nuri, eşi ve torununa tekrar teşekkür ederek bağ evinden ayrılıyor ve en yakın zamandaki resmi, idari ve hafta sonu tatilinde tekrar buluşmak umudu ile tekrar yola koyulup, hayatın gerçekleri, sıcak havanın karşıladığı Denizli’ye geri dönüyorduk…
Sonraki buluşmamız 30 Ağustos olacaktı ve biz tekrar kavuşmanın hayalini kurarak işimize gücümüze kaldığımız yerden devam ediyor olacaktık…